Elbette bir seyahatin ardından birbirine benzer birçok hatıralar olacaktır. Biz de mükerrer olmasın eskilerin tabiri ile ‘ehemmi mühimme’ tercih ettik.

TURHAL’DA GÜN IŞIRKEN

Tokat seyahatimin ilk gününde Niksar, Almus ve Tokat’ın merkezinde çalışmalarımı tamamladıktan sonra geceyi Tokat’ta geçirdim. İlk işim, güne ait notları gözden geçirip, tasnif etmek oldu. Kendimce mühim bulduğum başlıkları bir yere not ettim.

Elbette bir seyahatin ardından birbirine benzer birçok hatıralar olacaktır. Biz de mükerrer olmasın eskilerin tabiri ile ‘ehemmi mühimme’ tercih ettik.

Tokat’ta sabahladıktan sonra Turhal ilçesine doğru hareket ettik. Turhal’a vardığımızda resmi dairelerde mesai daha başlamamıştı. Mesai öncesi saatler, gecenin tenhalığından uzaklaşmaya başladığı saatlerdir. Okullar tatil değilse okula giden öğrenciler, okul servisleri, mesaiye yetişmeye çalışan insanlar, işyerlerinin müşterilere hazırlanması vs…

Kısaca, günün telaşlı anlarından biri. Umutlar, hayaller, temenniler ve önceden yapılmış planlar… Güne başlarken insanın zihninin bir yerinde onunla birlikte taşınan görünmez mefhumlar…

Şehri önce otomobil, daha sonra yaya dolaştım biraz. Şehir ile dilsiz ve kelimesiz konuşmaya çalıştık. Daha doğrusu anlaşmaya çalıştık. Belki ömrümde bir defa daha göremeyeceğim bu ilçeyle hemhâl olmaya gayret ettim. Onu tanımaya ve anlamaya…

Sonra altından bir akarsuyun aktığı köprüye vardım. Durduğum yer itibariyle karşımda bir dağ veya tepe görünüyordu. Etrafı meraklı bakışlarla seyre dalmışken köprü üzerinde kırklı yaşlarda bir beyefendi gördüm. Ona “Bu ırmağın ismi nedir?” diye sordum. Bana “Yeşilırmak” dedi. Ben de “Çarşamba’dan denize dökülen ırmak yani” dedim. O da “Evet” diye cevap verdi.

Köprü üzerinden, ırmakta yüzen ördekleri seyrettim biraz. Bu sefer yanımdan yirmili yaşlarda bir hanımefendi geçiyordu. Ona da “Karşı tepenin bir ismi var mı?” diye sordum. Cevap ise; “Orası kale” dedi. Uzaktan kale gibi görünmüyordu. Bu sefer “Bildiğimiz kale değil mi?” diye sordum. O da “Evet” dedi.

Artık şehre dair bazı şeyler öğrenmeye başlamıştım. Köprüden ayrıldım. Karşıma çıkan ilk kişiye “Buralarda en yakın okul nerede?” diye sordum. Aldığım cevap “Şu ileride Mehmet Akif Okulu var” diye bir cevap verdi. Okulun; ilkokul mu, ortaokul mu, lise mi olduğu belli değildi.

Kendimce o tarafa doğru yürürken birden güzergâh değiştirim Yeşilırmak’ı sağıma alacak şekilde biraz yürüdüm. Sonra ırmağın diğer tarafına geçtim. Bu sefer Yeşilırmak yine sağ tarafımdaydı. Geldiğim yoldan geri dönseydim Yeşilırmak solumda kalacaktı.

Gezmeye kendimce devam ettim. Bir de baktım Ulu Camii denilen mabedin önündeyim. Kitabesinde yazan tarih 1544 senesini gösteriyordu. Yine “Kesikbaş Camii” olarak da bilinen Şeyh Mustafa Camii kitabesinde 1171 tarihi yazıyordu. Yani Osmanlı Devleti’nin kurulmasına daha 128 sene daha vardı. Başka bir ifade ile Malazgirt Zaferinden bir asır sonra ibatede açılmıştı.

Tabii Turhal Kulesi… Yeni yapılmış gösterişli binalar kayda değer bir hafızaya sahip değillerdi daha. Hafıza tarihtir…

Ben bir yandan geziyor, bir yandan da kaçınılmaz olarak zaman geçiyordu. Zaman… Hayatta durdurulması mümkün olmayan şey…

Kendi planıma göre zamanım kısıtlıydı. Turhal’da geçireceğim zamanı iyi değerlendirmem lazımdı.

Turhal’da; sonraki yazılarımda da kaleme alacağım bazı hatıralarım oldu. Onlar da sırası gelince kaleme alınacak. Ancak bir sonraki yazım Turhal Atatürk Ortaokulu ziyaretim olacak. Okula girişim, karşılanışım ve Okul Müdürü çok değerli bir eğitimci olan Keziban Özcan Hanımefendi ile görüşmem, benim için de ufuk açıcı oldu.

Zât-ı alîlerine teşekkür ederim. Bir sonraki yazımın konusu Turhal Atatürk Ortaokulu ziyaretim olacaktır.

Zeki Ordu