“Okçulu” adıyla binen köyde yaşıyordum. Köyümüz bir sahil köyüydü. Hane sayısı az, bitkilerden dolayı yeşili, gökyüzü ve denizden dolayı mavisi çoktu.
Lise yıllarıma dayalı bir hatıra.
Suların çeşmelerden alındığı, elektik denilen sihirli ışıltı ile tanışmadan gitmiştim liseye.
Lise köyümüze 20 kilometre uzaklıktaydı. Ben Ordu’nun Perşembe ilçesinde “Okçulu” adıyla binen köyde yaşıyordum. Köyümüz, bir sahil köyüydü. Hane sayısı az, bitkilerden dolayı yeşili, gökyüzü ve denizden dolayı mavisi çoktu.
Köyümüzde ortaokulu bitirip bitirmez “şehir” diye tabir edilen yere tahsil için gidecektik. Bizi götüren taşıt (şimdi adı servis oldu) sabah evimizden alıyor; okul biter bitmez tekrar eve geliyorduk. Yukarıda da bahsettiğim gibi yirmi kilometre gidiş, yirmi kilometre geliş olmak üzere kırk kilometre yolu haftanın altı günü gidiyorduk.
O zamanlar Cumartesi günleri öğlene kadar eğitim yapılıyordu. Sadece Pazar günleri tatildi. Cumartesi gününün tatil yapılması 1973 yılında olmuştu. Resmi dairelerin tamamında da tatil ilan edilmişti.
Her sabah evden çıkmadan önce analarımızın akşamdan pişirdiği yemeği sabah ısıtıp önümüze koyar, çoğumuz o yemek ile akşam ederdik. Kahvaltı denilen şey hanelere çok zaman sonra “misafir” gibi gelip, ev sahibi gibi kalacaktı.
O günlerde yardımcı kitap olarak bilinen kitaplar da yoktu. Bütün bilgiler ders kitaplarıyla öğretmenlerimizin anlattıklarıyla öğrenirdik bildiklerimizi. Şifahi bilgiler yazılı olmadığından akılda tutmak başka bir ifadeyle ezberlemek gerekiyordu.
Günlerden bir gün okulumuza yeni gelmiş olan “Sanat Tarihi” öğretmenimiz ilk dersimize girdiği gün bize dersin nasıl işleneceğini, bizim neler yapmamız gerektiğini söylerken konusunu tam olarak bilemediğim bir yere gelince “Bu hususta kimseye ‘müsâmaha’ etmem” demişti.
Müsâmaha ne demekti bilmiyorduk. Kitaplarda da yoktu. Günümüzdeki gibi ne internet, ne yardımcı kitap vardı. Tek yol bir ansiklopedi bulup oradan bakmaktı. Ancak o ansiklopediyi nereden bulacaktık?!
Ben bu kelimeyi öğrenmek için kaç sayfa yazı okudum bilmiyorum. Sonunda öğrenince o kadar sevinmiştim ki… Sanki periyodik cetvele yeni bir element daha eklemiş gibi hissettim kendimi.
Belki eskiler onun için öğrendiklerini çabuk unutmuyor. Çünkü bir kelimenin ne olduğunu öğrenmek için onlarca sayfa yazı okuyan birinin aradığını bulana kadar neler öğrendiğini bir tasavvur edin.
Şimdi yeni nesilden bu “tasavvur” da ne diye merak eden olursa; ilk yapacağı şey internetten öğrenmek olacaktır. Hâlbuki biz bu kelimeyi lügatte “T” ile başlayan birçok kelimeyi okuyup, bulduğumuzda “Aha buradaymış!” der, içimizden sevinirdik.
Elbette iki nesil arasında bir fark olacak!
Zeki Ordu